15.06.2012 Cuma (Mardin-Gaziantep)
Sabah kahvaltı öncesi otelin terasından bir kaç fotoğraf daha çekiyorum. Çok güzel tarihi Mardin ve Midyat evlerinin yanına beton evler yapmışlar. Bu çirkin görüntü insanı üzüyor. İmkanları olmayan insanların bu evleri restore edecek bilgi ve maddi güce sahip olmadığını, burada görevin hükümete, yerel yönetimlere düştüğünü düşünüyorum. Devletin buralara yapacağı harcamayı turizm geliri olarak geri kazanacağına inanıyorum.
Bu gün şehir turunu yayan olarak yapıyoruz. İlk önce otelimize yakın olan Şehidiye Camii'ne gidiyoruz. Sultan Melik Nasruddin Artuk Aslan tarafından 1201-1239 yıllarında yaptırılmış, kendisi de buraya gömülmüş. 1916 yılında camiye minaresi ilave edilmiş. Taş işçiliği burada da çok güzel. Bu külliyenin üstünde bir kafeterya var.
Yürüyerek abbaralı evlerin yanından geçerek Sabancı Müzesine gidiyoruz. Abbaralar evlerin altından geçen tüneller ve sokakları birbirine bağlıyor. Sıcak ve soğuk günler için çok faydalı.
Sabancı Müze'ye giriyoruz. Müzenin karşısında Mardin Valiliği binası var. Müze binası iki katlı yeni bir yapı. İçerde Mardin yaşamına ait malzeme, giysi vb. şeyler sergilenmekte. Alt katta Ara Güler'in fotoğraf sergisi vardı.
Mardin Valiliği
Sabancı Müzesi
Müzeden Abbara Fotoğrafı
Mardin hanımları sohbette
Yol üzerinde Zinciriye Medresesi var. Yukarıya merdivenlerden tırmanmak gerekiyor. Fakat herhalde sıcaktan gruptan bazıları aşağıda bekliyor, biz de onlara katılıyoruz. Şimdi neden gitmedik diye kendime kızıyorum. Seyahatin yorgunluğu ve sıcak hava etkiliyor bizi.
Zinciriye Medresesine gidenler
Mardin’deki camilerin en eskisi olan Ulu Camii'ye (Cami-i Kebir) gidiyoruz. Burada anlatıldığına göre evler taş ve kerpiç olduğu için yılan ve akrep sokmaları çok oluyormuş. Ulemalar altın bir zincir üzerine akrebin kuyruğunu yılanın ağzına bağlıyorlar. Tılsımı iki minare arasına ve Sultan İsa Medresesine bağlıyorlar. Depremde minarelerden biri yıkıldığı için akrep tılsımı işlevini yitiriyor, yüzyıllardır yılan tılsımı camide olduğu için Mardin'de yılan ısırma olayı olmuyormuş. Rivayet. Ulu Caminin zarif minaresinde kufi yazı ile Kelime-i Tevhid işlenmiş. Günümüzde yapılan garabet camileri görünce bu camileri bu kadar zarif yapan ustalara saygı ve şükran duyuyorum.
Burada kısa bir mola veriliyor, alış veriş yapmak isteyenler çarşıya dağılıyor, biz Cami'ye komşu bir kafeterya'da Mardin manzarasına karşı oturup çaylarımızı içiyoruz.
Dar ve kazılmış yollardan geçiyoruz. Bir taraftan da yol üzerindeki taş işçiliğinin çok güzel örneklerini izliyoruz.
Bu evin sahibi hacıymış, kapı üstündeki bu taş onu gösterirmiş.
Sokakta karşılaştığımız bu baba kız yanımızdan geçerken bize "Mardinimize hoş geldiniz" dediler.
Rehber bizi eski bir binanın restoresi sonucu otel olan bu binaya götürdü. Burada biraz dinlendik.
Sebze ve meyve satışı, her şey var ve fiyatlar uygun.
Ermeni asıllı Mimarbaşı Löle Serkiz Gizo'nun ismini anmadan geçmek olmaz. Mardin'de 18 ve 19. yüzyıllarda yaşayan ve birçok kilise, manastır, ev yanında birçok camiyi de restore eden bu taş ustasının ismini bir sokağa vermişler. Vefa duygusu güzeldir. Bu ustanın çok güzel bir binası bugün PTT ve Mardin Artuklu Üniversitesi tarafından kullanıyormuş, onarım vardı biz göremedik. Siz giderseniz kaçırmayın, ben fotoğraflarını gördüm, gerçekten çok güzel.
Yürüyerek Abdullatif (Latifiye) Camii'ne geliyoruz.
Meryemana Kilisesi ve Patrikhane (Mardin Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi)
Burada Rehberimiz serbest saat veriyor ve otobüs parkında buluşacağımız saati söylüyor. Karnımız acıktı. Mardin'in meşhur kebabçısı Rıdo'ya gidiyoruz. Bugün cuma olduğu için esnaf namaza gitmiş, henüz kebapçı boş, salaş bir dükkan, 4-5 masası var, ne yersin diye sormuyorlar, sadece acılı/acısız ve 1/1,5 söyleniyor, kebaplar güzeldi, bize göre biraz yağlıydı ama güzeldi. Çok acıkmışız ki fotoğraf falan çekmemişim, sadece ikramları çekmişim.
Çıkışta tatlıcılar, şeytana uymadık.
Badem şekerlerini böyle satıyorlar
Bunlar da gölgeye sığınmış kahvedeki Mardinliler
Otobüse binerek bu güzel şehirden ayrılıyoruz. Mardin ve Midyat'ı çok sevdik. Buraya herkesin gelmesini ve görmesini isterim.
Gaziantepe giderken yolda Kasımiye Medresesine uğruyoruz. Kapıda bizi satış yapan kız çocukları karşılıyor. Medrese, konum olarak Mardin Ovası'nı gören çok güzel bir tepeye kurulmuş. Güzel bir taç kapıdan geçerek iç avluya geçiliyor. Medrese, 15. yüzyılın sonlarında Artuklu Sultanı Cihangir Beyin oğlu Kasım için yapılan külliyenin bir parçası. İki katlı olan
medrese, tek bir avlu etrafında yapılmış. Binada toplam yirmi üç medrese odası varmış. Medrese, eğitim verdiği dönemde bölgenin en
önemli eğitim merkezlerindenmiş. Medrese duvarlarında tıp ve astronomi simgeleri görülüyor. Bir de burada eski kapılar hocalara saygı gereği insanın ancak eğilerek girebilecği yükseklikte yapılmış.
Medresenin içerisindeki havuz sisteminin sembolik bir
hikayesi varmış; suyun duvardan çıktığı delik, doğumu
simgelemekte. Suyun ilk döküldüğü yerde
minik bir havuz var. Burası bebeklik ve çocuk dönemini betimlemekte. Su
burada insanın hayatının o evresinde olduğu gibi çok hareketli.
Sonra geniş bir kanal uzanmakta. Bu, gençlik dönemini
simgelemekte ve su sanki hiç akmıyormuş, sabit
duruyormuş gibi görünür tıpkı hep
genç kalınacağının düşünüldüğü gibi. Daha sonrasında ise dar bir
kanal gelir. Burası yaşlılık dönemini anlatır. Suyun hızlı akış hızı yaşlılıkta zamanın ne kadar çabuk geçtiğini betimler. Suyun döküldüğü havuz ahret yeridir. Buradan akan her suyun Mezopotamya Ovası’na
ulaştığı ve orada bir bitkiye can verdiği düşüncesi ile ölen her
canlının bir şekilde ovada can bulacağına inanılırmış.
Avluda duvarda kırmızımsı leke için rivayet edilir ki, Sultan Kasım ödürüldüğü sırada kızkardeşi kanı yerde kalmasın diyerek kanını duvara atmış, lekeler hiç bir şekilde çıkmıyormuş, ancak yapılan araştırmalarda bir çeşit kına oldukları anlaşılmış.
Medresede büyük bir bilgin olan El Cezeri de çalışmış. Mekanik, denge ve sıvılar konusunda çalışmalar yapmış bir bilim adamı. Avluda meşhur filli saati gösteriliyor.
Yorulduk, otobüsümüze binerek Gaziantep'e daha önce kaldığımız Tuğcan Otel'e geldik. Bu otel iyi bir otel. Kalınabilir. Biraz dinlendikten sonra Nejat ile tekrar çarşıya yollandık. Geçen sefer oturamadığımız Arasa Meydanındaki Tahmis Kahveye kahve içmeye gidiyoruz. 1635 yılından beri kahve yapan bu tarihi mekana Gaziantep'e gelirseniz mutlaka gidin. Menengiç kahvesi, menengiç
ağacında yetişen çitlembik çekirdeklerinin aynen kahve çekirdeği gibi
kavrulup, öğütme makinasından geçirildikten sonra Türk kahvesi usulünde
pişirilmesi ile hazırlanıyormuş. Hem ortamı, hem sunumları hem de kahveleri güzel.
Artık hava kararıyor, otele dönüyor ve Gaziantep'e de veda ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder