Sabah erken otelde kahvaltı sonrası 07.30 civarı bavulları toparlayarak yola çıktık. Zaten bu seyahatin özelliği her sabah güne bavul toplayarak başlamak. Ben hiç şikayetçi değilim, çok güzel yerler görüyoruz. Antep'den ayrılıyoruz. Yol üzerinde yeşil fıstık ağaçlarını seyrederek çok bakımlı yollardan geçerek Birecik'e gidiyoruz.
Birecik yolunda Fırat nehrini 1955'de yapılan uzun bir köprü ile geçiyoruz. Ülkemizin su potansiyeli en fazla nehri olan Fırat nehri, 2.800 km. toplam uzunluğa sahip, bunun 1.263 km.'lik kısmı yurdumuz topraklarında. Keban, Karakaya, Atatürk, Birecik ve Karkamış Barajları bu nehir üzerinde. Yol üzerinde gördüğümüz yeşil tarlalar, fıstık ve meyve ağaçları hep bu barajlardan gelen sular ile sulanıyor. Fırat, bölgenin can suyu.
Çok hareketli Birecik merkezinden durmadan geçiyoruz. Birecik kalesini otobüs ile geçerken fotoğrafladım.
Kelaynak Kuşları Koruma İstasyonu'na gidiyoruz. Kelaynaklar, koruma altına alınmış, nesli neredeyse tükenmekte olan bir kuş cinsi. Ülkemizde sadece Birecik'te yaşamakta olan bu hayvanların tarım ilaçları ve avcılar yüzünden sayıları 15-16 olunca göç etmeleri engellenmiş, koruma altına alınarak 150' den fazla sayıya ulaşmışlar. Burada ülkesini, doğayı ve işini çok seven bir görevli bize kuşlar hakkında açıklamalarda bulundu. İşlerini severek, doğru yapan insanlarla karşılaşınca insan umutlanıyor.
Kuşların yuvaları bu yüksek kovuklarda
Kelaynakları ziyaret ettikten sonra bu defa da Birecik Barajı nedeniyle sular altında kalan Halfeti'ye gidiyoruz. Yöre toprakları sulanır, ürün alınırken tarihi yerleşimler sular altında kalıyor. Halfeti'de tur yolcuları motora biniyoruz. Burada iskeleden turistler için tur yapıyorlar. Biz turda ödeme yapmadığımız için gezi ücretini öğrenemedim. Halfeti tepelerine, yerleşimleri sular altında kalanlar için evler yapılmış, fakat yöre halkının yaşam şekline pek uygun olmadığı söyleniyor.
Savaşan Köyü. Halfeti'nin sembolü olan, minaresi suyun dışında kalmış camiyi ve köyü motordan seyrediyoruz. Göl kıyısına restoranlar yapılmış. Biz Halfeti İskelesine yakın olan birine yanaştık, turdakiler yiyeceklerini seçtiler, motorla gezmeye devam ettik, dönüşte de burada ekstra öğle yemeği yendi. Gölden şabut ve sazan çıkıyormuş. Biz şabut yedik, beyaz etli bir balık.
Rumkale. İsa'nın 12 havarisinden biri olan Johannes'in İncil'i burada yazdığı söyleniyor. Sarp bir kaya üzerinde yer alan kalede, derin bir kuyu, kilise ve manastır kalıntıları da varmış, kale gezilebiliyor ancak biz gezemedik.
Halfeti'den ayrılırken
hüzün duydum, tarih boyunca orada duran evler, manastırlar, kiliseler,
camiler, ağaçlar hepsi yok olmuş, su altında kalmış, derin bir sessizlik kaplamış etrafı. Şimdi burada sadece turistler ve onlara hizmet
veren motorcular, restoran işletenler var.
Eyüp Peygamberin makamına gidiyoruz. Mekan aslında küçük bir mağara. Hava çok sıcak, insanlar ağaç altlarına sığınmış.
Buradan Harran'a gidiyoruz. Yol üzerinde düzgün ekilmiş tarlalar, meyve bahçeleri görüyoruz, çorak topraklar bereketli topraklar haline dönüşmüş. Bir saatlik bir yolculuk sonrası Harran'a ulaştık. İlk önce tarihi Kale ve Halep Kapısını görüyoruz. Kale'den pek bir şey kalmamış.
Harran tarihi bir yerleşim yeri. Burada Hz. İbrahim yaşamış. Yaklaşık
4000 yıllık kayıtlarda adı geçen yörenin ismi seyahat, kavşak gibi
anlamlara geliyormuş. Harran Dünyanın ilk bilim merkezlerinden birisiymiş.
Rehberimiz Cem bey gene anlatıyor. Bütün tur boyunca derin bilgisiyle hiç usanmadan anlattı. Harran Ulu Camii'nin minaresi ayakta kalmış, ayrıca ilk islam üniversitesine ait harabeler de burada gözüküyor. Bir de rasathane varmış burada.
Karınca evlere gidiyoruz. Günümüzde turistik amaçlarla kullanılıyor. Evlerin içi serin. Burada ağa misafirleri karşılıyor, ağanın oğlu ise modern giyimli bir genç.
Tur yolcuları yöre kıyafetleri ile
Ağa ile sohbet
Bugün de çok yorulduk, artık otele gidiyoruz. Otelimiz Şanlıurfa Hilton Garden Inn. Akşam yemeği için restorana gidiyoruz. Yemek servisi bir harika... Yemekler geliyor, yenilip bittikten sonra salata geliyor, bazı masalara hiç gelmiyor, tatlı masadaki bazı insanlara gelmiyor, şaka gibi, bir de içerde kalabalık yok, kalabalık olsa neler olacak. Biz seyahatlerde bu konulara fazla takmayız ama isim Hilton olunca şaşırıyor insan. Yemek sonrası ilk defa ekstra var, sıra gecesi, biz katılmıyoruz, sokak aralarından yürüyerek Balıklı Göl'e geliyoruz. Balıklı Göl'ü gece çok güzel ışıklandırmışlar, gece mutlaka gelip bakmak lazım, yarın gündüz tekrar geleceğiz. Etrafta gezinen Urfalılar ile parkta oturup çevreyi seyrediyoruz. Sonra otele dönüp dinlenmeye çekiliyoruz, yarın gene erken kalkacağız. Nemrut'a çıkacağız.
Urfa ile Gaziantep komşu iller olmalarına rağmen insanları çok farklı. Urfalılar daha geleneksel şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar, kadın erkek herkesin başında lila renkli puşiler var. Erkeklerinki sade ama illaki lila renkli, kadınların ise gençlerde çok ışıltılı, yaşlılarda daha sade. Ayıca kadınlar çok parıltılı kaftanlar ile dolaşıyorlar. Ama öyle az ışıltılı değil, uzaktan ışık topu gibi geliyorlar, bazılarına da çok yakışıyor. Erkeklerin büyük bir kısmı Urfa'da şalvar giyiyorlar.
Urfa tarzı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder